MUSTAFA SALİM salimhoca@hotmail.com

30 AĞUSTOS’TAN 15 TEMMUZ’A 

31 Ağustos 2024 Cumartesi 08:04

30 Ağustos’u oluşturan ruhun mahiyetini merak edenler 15 Temmuz’u ıskalamaması gerekir.

30 Ağustos, bu milletin ideali uğruna verdiği mücadelelerin kilometre taşları mesabesinde sergilenen kahramanlıkların sahne aldığı simgesel tarihin adı olsa da bu tarihin mahiyeti bu milletin son yüzyılına bakılarak asla anlaşılamaz.

Anadolu kapılarının bizlere açıldığı 1071 tarihli süreç 15 Temmuz 2016’da güncellendiğinde  fabrika ayarlarının dahi işe yaramadığı ceberrut dünya aklının iflas ettiği gündü bizim için. O gün dünya beşten büyüktür dediğimizde bunun temelinde zalimin yüzüne haykırdığımız ‘one munite’ler yatıyordu. 

O gün iflas eden dünya aklını imlek imlek işleyen umdeler, bizim 2002’de başlattığımız yeniden diriliş hikayemizin satır aralarındaydı. O satır aralarını okuyamayanlar yenilmeye mahkumdur ki okuyacaklarını da hiç sanmıyorum. Güç zehirlenmesi içinde olanların okumaya ihtiyaçları hiçbir zaman olmadı. Zulmün duvarları kibrin taşlarıyla örülüdür çünkü.

30 Ağustos bizim için önemli olsa da 15 Temmuz’a tiyatro diyenlerin nazarında bu tarih, bir milleti oyalamaktan öteye geçmeyen uydurulmuş hikayelerin masalımsı tarihidir.

Bu milletin varlığından rahatsız olanların dünyaya asırlarca hükmeden bu milleti nasıl yok etmek istediklerini, kinlerini ele veren yakın tarihimize ışık tutan bir kesitin anektoduyla iaza etmeye çalışalım ki zaferlere imza atan bir nesilden kurtuluşun hayalini yaşayanların hala neler yapabilecekleri açık ve net anlaşılabilsin. Olup bitenler doğru okunsun ve analizler yerli yerince yapılsın. 

Bir zamanlar bu ülkede, geleceğe yön verecek münevver müstakbel anneleri için hazırlanmış ikna odaları vardı 2002'li yıllardan önce.

Neyin iknası diye soran olabilir; özellikle de 90'dan sonra dünyaya gelenler...

İkna konusu başörtüsüydü.
İkna edilmek istenenler başörtülü kızlarımızdı.
İkna etmeye çalışanlar da üniversitenin anlı şanlı, gün görmüş, bilimle uğraşan, afilli prof.lardı.
Odalar da fakültelerin girişindeki hücrelerdi.

Siz bakmayın ikna dediğime. Yapılan düpedüz okuma hakları elinden alınmak istenen başörtülü kızların maruz kaldıkları bir zulümdü.

İnançlarından vazgeçirilme  baskısıydı.

İnançlı insanların okumasının engellenmesiydi.

Kamuda inançlı insanların çalışmasına tahammülsüzlüktü.

Bir milletin inancından uzaklaştırılmasıydı.

Kısacası ikna dedikleri şey, bir baskıydı.

Tüm korkular, bir milletin dirilişini yeniden sağlayacak Ertuğrullu yılların hamisi Haymeanalardı.

Sosyal medyaya düşen bir videoda, ikna odası dedikleri bir mekan, mekanda bir masa ve masanın etrafında başörtüsüyle oturan bir kız öğrenci ve diğer iki kişi. Kız öğrencinin kendini ifade etmesine bile tahammülü olmayan o diğer iki kişiden biri, madem başörtünü çıkarmayacaksan neden askeri okulda okumak istiyorsun diye sorduğu soruya, polis olamazsın, avukat olamazsın, doktor olamazsın diyerek tüm meslekleri sayıp işin bu şekilde okumak isteyen kız öğrencileri için ne kadar zor olduğunu içeren daha birçok soruyla kendisini yıldırmaya çalışması film sahnesinin bir kesiti değildi, yaşanan gerçeğin ta kendisydi.

Peki kime ve neye göre o meslekler seçilmeyecekti?

Başını örten bunu inancından dolayı yapıyorsa, bu hanımefendilerin bu sebeple herhangi bir meslekten menedilmeleri hangi insani değerin ilkeleriydi?

Bu menedilişin yüksek perdeden, hayasızca ve en önemlisi de güç zehirlenmesine müptela oluşun zahir olduğu bir tavırla haykırılması hangi gerekçe ve mantığa sığıyordı?

Hangi demokrasi bunu hazmederdi?

Hangi insan hakları bunu kabul ederdi?

Hangi özgürlük anlayışıyla bağdaşırdı?

Bu soruların cevabı olsa da zulmü uygulayanlar nezdinde zaten bir anlamı yoktu. Çünkü onlar bir milletin yok oluşunun kök değerlerinden uzaklaştırılmalarıyla ancak mümkün olacağını gören insanlardı. Bu manada giriştikleri şey bir savaştı ve onun için de her şey mübahtı.

Bu ancak;
Ruhlara despotluğun hakim olduğu ve içinde yaşadığı toplumun gerçeklerinden fersah fersah uzak, harici unsurların kumandasında olan, dediğim dedik diyen kişilerin yönettiği muz cumhuriyetlerinde olabilir dense de bir anlam ifade etmiyordu.

Bu manzara maalesef 2002'den öncesindeki ülkemde yaşanıyordu.

O zamanları haykırıyorduk;
Füze fırlattın da bacımın başörtüsüne mi takıldı?

Uçak ürettin de bacımın başörtüsü mü engelledi?

Otomobil yaptın da bacımın başörtüsüne mi dolandı?

Petrol buldun da bacımın başörtüsü mü tıkadı?

Doğalgazı getirdin de bacımın başörtüsü mü uçurdu?

Bu soruların da bir manası yoktu. Bu millet öz benliğinden çıkarılmalıydı. 

Zaferlerle dopdolu 30 Ağutoslara imza atan bu millet, o ruhu kaybedemezdi ve kaybetmedi de...

Çünkü bu millet, başta dini değerlerine ters düşen hiçbir şeyi affetmediği gibi günü geldiğinde hesap sormasını da bilir. 

Bugün gelinen noktada görünen manzara, bu milletin geçmişinde yaşadıklarını unutmadığnın göstergesidir.

Hesap sormaya gelince o günler henüz gelmedi. 
Ne yapacağımız ise perşembenin gelişi çarşambadan belli olur formülü gereğince bugün FETÖ ve PKK'nın inlerine girildiğinde nelirin yapıldığı ve nasıl telef olduklarından  gayet anlaşılmaktadır.

Yanisi şu ki;
İçimizdeki dış bağlantılı hainlerin iplikleri pazara çıkacaktır. Mesele pazarı oluşturmak. Sonra nasıl olsa mal alıcısını bulacak ve uygun olduğu yere konumlanacaktır.

Anladığım da şu ki;
Yirmi yılı geçkin geçmişimizde yaşadığımız anlamsız hazımsızlıklar bir gün geldiğinde pazarlık malı olacakların hazımsızlığıdır. 

Korkunun ecele faydası olmaz der ecdadımız.

Zulüm ile abad olunmazı da bu ecdadımızdan öğrendik.

Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste uyarısı da ecdadımızın birikmiş tecrübesinden ileri gelir.

Aslında olup biten her şey hak ve batıl çatışmasının birer tezahürüdür.

 İnanan biz insanlar için bu durum imtihanın bir gereğidir. 

Zaferden daha ziyade seferden sorumlu oluşumuz direncimizin asıl kaynağını teşkil eder.

Haliyle bir müslüman için ye'se  kapılmanın asla yeri yoktur. 

Gazze direnişimiz bunun son ve en somut örneğidir. Seküler mantığı lime lime parçalayan bir direniş.

Aliya İzzet Begoviç’in, “Savaş yenildiğimizde değil düşmana benzediğimizde kaybedilir” tespiti 2002 yılı öncesi geçen bir yüzyılda maruz kaldığımız hikayenin asıl sebebini izah etmesi itibariyle önem arzeder.

30 Ağustos’larla dile getirdiğimiz zaferlerin düşmana benzetilmemize yönelik çalışmalarla gölgelenip yenilgilere döüştürülmeyeceğini bu millet, 15 Temmuz’la ilan etti dünyaya.

Allah nurunu tamamlayacaktır.

Mustafa Salim
30 Ağustos 2024 Ankara

YORUMUNUZU YAZIN ...
Farklı olanı seçin:
# # # # # #
Mesut Hoca
Yorumunuz onay bekliyor ...
Alpaslan sağlam
Yorumunuz onay bekliyor ...